Tuesday, July 22, 2014

RONİTA



Hey Ronita ! 
Buraya gel otur, yüreğimde boş yer çok.
 Anlatacaklarım var sana sıkılmazsan.
Yüreğimde alkışlar kopar sen gelirsen. Sanatçılara saygımız büyük bilirsin. 
Hem yalnız da sayılmam eteklerinden tuttum  gökyüzünü eşlik etmesi için ..
Gene boktan bir gün kendimi kandıramıyorum
ama sanatçı sensin kandırsana beni Ronita.
Bilmezsin sen belki ama söylemeliyim sana  ne kadar çikolata delisi olduğumu.
Tüm çikolatalarımı veririm istersen sana. Hadi kandırsana beni.
Bugün keyfim yok. 
Hatırladın mı şu fon müziğini. Beni yollara götüren.. 
 Sahi aklıma gelmişken belirtmeliyim iyi bir ressamım ben. Gökyüzüne güzel resimler çizerim hayali. Kiminin paçası bozuk, kiminin ruju silik. Ama olsun yine de .. Aslında iyi çizerim gökyüzüne hayatı özgürlüğü çağrıştıran küfürbaz bulutların arasından süzülerek.
Mektuplarım hep sana ama postacının kafası bozuk bu kez. Motosikletinin lastiği patlamış olmalı. Sanırım bu kez almayacak elimden seni bana yakınlaştıran mektubu. Bu kez senden de ses yok tembelliğe alışmış olmalısın. Bu kez yine affediyorum seni .. Biliyorsun daha önce de affetmiştim seni. hani gözlerinin derin hüznünü hücrelerime iliştirdiğin gün.
 Seni üzgün görünce affetmiştim seni aslında, hatta canım çok acımıştı ama belli etmemiştim. .Hem haklı görünmeliydim hem de güçlü ondan yani.. 
O yüzden iyi bir oyuncuyum da üstelik. 
Sende sevmiş olmalısın bu yönümü. Nasıl da güçlü görünen bir ifade ama bir o kadar acizliği oynayabilen bir yürek. Kolay elde edilmiyor bunlar sana da öğretebilirim istersen. Hatırlatmalıyım sonra kızma bana çok kazandırmıyor oyunculuk…
Fonda bir müzik ve yollar yine bozuk. "Şıçtın lan " diyor bir yerde bu kez kurtarmazsın paçanı…..
Biliyorum… 
Askısı bozuk bir kıyafet deniyorum. Sıkıyor sonra vazgeçiyorum. Bedenime sığamıyorum. Kıyafetlerim de olmuyor bu kez. Deli deli dolaşmak istiyorum
Ronita sesim yankı yapıyor mu sana? Sesim iyi değildir de.
Sessizce dinlediğin için teşekkür ederim.
 Kavruk tenim, benizi soluk çehremle bütünleşiyor. Bu kez kaşlarım çatık.
Kızgınım  hem de çok .. 
Yollar bozuk kafam kadar .. O kadar bozuk ki telafi edilemiyor..
 sen yardım edebilir misin Ronita?
 Bu kez beynimin frekansı hışırtı yapıyor. Acıtıyor bu beni yüreğimi sıkıştırıyor sonra .. Kafam allak bullak ..
Kabuğu kalkmış yaranın üstüne tuz mu ekmeliyim. İyi bir aşçı değilim itiraf etmeliyim.
 Bu kez tarifi zor duygulardan pasta yapamıyorum. Olmuyor deniyorum.
 Ya şekerini çok katıyorum tadını bozuyor ya da eksik katıyorum tuzunu tadım bozuluyor. Öğrenmeliyim iyi bir bayan iyi bir aşçıdır aynı zamanda. Ronita öğretir misin bana nasıl taşırmadan kalıba iyi bir aşçı olabileceğimi?

Fonda bir müzik Mehmet Atlı söylüyor.” Denge dile min” çalıyor. Yüreğinin sesini mi dinle diyor ne diyor anlamıyorum sanırım onu da dinlemiyecem bu kez. Belki o da bilmiyordur öğretmeliyim yüreğinin sesini dinlemek yerine dağlaması gerektiğini öğretmeliyim. Bu aralar ne çok öğretmem gereken şey varmış oysa sevmem öğreten olmayı ben daha öğrenememişken.
Ronita sen sanatçısın, bilirsin. Arsız duyguları, sebepsiz yaşları ve kanı bozuk insanları. Kokuşmuş bu aralar insanlar. Herkes piç kokuyor. Pudralasam kokuları değişir mi ? Bilirsin hiç sevmem pis kokuları.
Oyuncaklara doğru gidiyorum. Sanırım küçükken çok oynayamamışım. Aslında hayat adil oyuncak yerine hayatı sunuyor bu kez bana. Var gücümle koşuyorum evet diyorum bu kez evet aha işte böyle. Sessizce çekiliyorum sonra skora bakmalıyım. Çeviriyorum yüzümü karşı da bir tabela beliriyor :
 Game Over thank you for playing!!!!!


Ronita rica etsem bu kez sana bana nasıl oynandığını öğretir misin? Yenilgilerden pek haz etmem. Bilirsin populer büyüdüm. Asi büyüdüm. Damarımdaki kan taşan bir nehir. Hiç durmuyor hızlı hızlı akıyor. Bazen bastırıyorum ama olmuyor.
Gözyaşımı da bazen öyle saklıyorum biliyor musun? Gömüyorum toprağın en derinlerine. Sahi acizlik midir onu bile bilmiyorum.
Bazen iki kere iki kaç eder onu da bilmiyorum. Sayıları severim oysa.
 Sözele benzemez, sayısal sözünden dönmez.
Aa şimdi hatırladım iki kere iki dört eder. Asla değişmez. Ama seni seviyorum derken sözünden dönebilirsin.
Sözümden dönmeyi sevmem ..
O yüzden sayısalcı oldum biliyor musun Ronita ..!!!








Monday, July 21, 2014

ELMA ŞEKERLİ ÇOCUK İLE YALNIZ BALONCU






Herkes farklı sergiliyordu hayattaki rolünü. Her oyun kendi sahnesinde oynanıyordu çünkü. Kimileri  kapalı gişe kimileri ise ilk günden işkence...
Yazmalıydım evet yazmalıydım. Oturduğum sahilde tüm gün seyre daldığım Elma şekerli çocuk ile ucube yalnızı baloncu amcayı.. Avucuna sıkıştırmıştı buruş buruş kağıt parayı kırmızı yanaklı çocuk. Bayramın ertesi günü bayram harçlığı ile koşmuştu önce elma şekerine daha sonra da kırmızı renk balona. Umut doluydu, heyecan dolu. Ne güzel yansıyordu kırmızı renk yanağına ve çok mahcup tebessüm yüzüne…Hava daha çok kararmadan, vapura binmeden almak istiyordu kırmızı renkli olan balonu. Ucube ve yalnız baloncu amca, rengarenk balonlarının renkleri arasında kendi renksizliğini yaşıyor ve dalıp gidiyordu deli gibi çalan son geminin siren sesine.
 Son yolcu da biniyor vapura ve martılar eşliğinde yavaş yavaş güneşe son selamını da yollarken kayboluyor gemi...
Geceden midir bilinmez güneş teslim ederken nöbetini aya, bir hüzün çöküyor ucube ve yalnız adamın yüreğine. Tüm gün zorla da olsa mutluluk maskesini takmıştı ve serseri gülüşleriyle karşılamıştı tüm çocukları elinde balonlarıyla.
Hüzün çökerken güne ,maskesini çıkarıyor ve iç yüzü ile hesaplaşmaya başlıyor. Bir türlü satamadığı kırmızı ve yeşil balonları kucağına alıp sabit ve belirsiz yönlü bakışlarıyla derinlere daldığını anlamamak ne mümkün.  Yanağında gamze, kıvır kıvır saçlı oğlanı farkedene kadar bakışları değişmiyor ucube yalnızı adamın. Derin bir nefes alıyor görünce iç geçirerek ve nasıl küçücük bir bedene bu kadar büyük mutlulukları barındıran gülümseme ile karşılaştığını düşünüyor. Son kalan madeni para ile minicik elleri ile yaklaşıyordu elinde elma şekeri olan çocuk. Kıyamadığından mıdır bilinmez tek ısırıkla bırakılmış şekeri ve afacan bakışları ile geliyordu ucube yalnızı amcanın yanına. Minik ve hızlı adımlarla geliyordu. Soluk soluğa kalmıştı çocuk ve bir çırpıda soruvermişti amcaya:
“ Buncacık parayla bu kırmızı balon gelir mi amca?”  biraz ezik, biraz mahcup ama bir o kadar sevecen bakışlarıyla.
“Bu parayla hiçbir şey gelmez “ deyivermişti ucube  ve yalnız adam. Halbuki tüm gün zar zor satmaya çalışırdı balonlarını. İçten içe çocuğun neşesini kıskandığından mıdır bilinmez terslemek istemişti elma şekerli çocuğu. Kıpkırmızı dudaklarını büzüvermişti çocuk. Hayalleri elinden alınmıştı sanki. Bir umutla yaklaşıvermişti hayaline ama birden balon gibi uçuvermişti işte.
Ucube ve yalnız adam hiçbir çocuğu sevmiyordu aslında ama nedense bir anda bir ışık gibi patlayıverdi beyninde düşünceler ve kötü düşüncelerinden süratla uzaklaştı.
Minik adımlarıyla ve hüzün dolu bakışlarıyla geri geri giden çocuğa seslendi birden. Adını da bilmediğinden aklında kalan ifadeyle çağırıverdi çocuğu:
“Kırmızı yanaklı çocuk gelsene buraya “dedi. Hiçbirşey demediği halde “ bu amca azarlamak için mi çağırıyor acaba “ gibi düşünceler geçti beyninden.Usul usul gelmişti çocuk.
“ Yanılmışım” dedi amca. “ Bu parayla ve anca bir şartla kırmızı ve bir de yeşil  balon gelir” demişti. Biraz şaşkın ve ne yapacağını bilemedi çocuk dinlemeye devam ederken ve şartı ne olabilir diye bakarken.
“Evlat, tek bir şartım var “dedi adam ve devam etti. “ "Şu hayatta neyi yaşamak istiyorsan yaşa ve bildiğin doğrulardan hiç kimse için vazgeçme” deyip elinde son  kalan kırmızı ve yeşil  balonu uzattı çocuğa.
Ne demek istediğini anlamamıştı elma şekerli çocuk ama bildiği bir şey vardı bir şeyi gerçekten ve tüm kalbi ile isteyince gerçek olabiliyordu.
Kızıllık yerini karanlığa bırakınca uzaklaşmaya başladı ucube ve yalnız adam. Bu kez belki de ilk kez hayata bir çocuğun gözüne bakarak mutluluğuna ortak olmanın haklı gururunu yaşadı. 
En çok da o gün, o saatte tam da kırmızı yanaklı çocuğun yerinde olmayı çok istedi. Tekrar yaşamalıydım bu hayatı diye iç geçirdi içinden. Son treni de kaçırmıştı yalnız adam ve günlük güneşlik hava birden yerini yağmura bırakmıştı.
Biçare adam, yağan yağmurla birlikte adımlarını hızlandırdı bir sonraki güne yol almak üzere…








Tuesday, July 15, 2014

GÖLGE !






Takiptesiniz biliyorum bayım!
 Yolumu yordamımı biliyorum panik yok. Hangi yolu seçersem seçeyim yürüyorum. Korkmanıza gerek yok. Masallarda kaldı yolunu kaybeden kırmızı başlıklı kız sendromları o nedenle telaş etmenizin lüzumu yok..
Halen danteller nakış nakış işleniyor, kızlar iğne oyası yapıyor, köylüler gölgede dizlerinin üzerine çömleşiyor, halen hava sıcak ve hala tv saçmalıyor. Gördünüz mü değişen hiçbir şey yok. Her şey yerli yerinde yani. Bıraktığınız gibi !
Siz bana bakmayın saçmalıyorum bayım. Bu aralar beynimden ısı akıyor. Düşünemiyorum.
Saat belki gündüz belki de gecenin bir yarısı bilemiyorum…Kara çarşafı çekiyorum üzerinden ruhumun ve bakıyorum ruhuma tekrar. Değişen hiçbir şey yok.Kalbim işlevsiz ve yerinde, ruhum ise ara ara atıyor sadece .
Tik tak tik tak..Burda her şey aynı,peki ya sizin oralar nasıl?
 Burda Mezopotamya hep ışıldıyor geceleri. Nicedir bilmeyiz biz uzaklığın cazibesini. Her gelen gidiyor buradan bayım, her gelen. Kendine aşık ettiriyor şehir sonra kaçırtıyor bilemiyorum neden? Terketmeyen yalnızca ikimiziz sanki. : Taşlar ve ben
Bilmezsiniz belki siz bizim buraları, bilseniz tek etmezdiniz. Herkes canlıdır burada. Taş,toprak,hava, su. Herkes konuşur burada.
 Açın kulağınızı bakın ne demiş taştan duvarlar bakın ne demiş iyi dinleyin: Siz gittiniz ve herkese küstü bu kent…
Açmıyor artık kollarını her gelene. Sarmıyor sarmalamıyor, ruhunu teslim etmiyor, taşlar ses vermiyor, ova konuşmuyor, kuşlar göçüyor, şairler şiir yazmıyor. Bu kent çok hüzünlü artık bilin istedim.
Beni takip etmenize gerek yok . Her şey kontrol altında ...
Sadece bilin istedim:
 Siz gittiniz ve herkese  küstü bu kent bayım…






Sunday, July 13, 2014

İYİ SEYİRLER




Nasıl da zordur arada kalmışlık! Kendin olamamışlık!
Nesiniz siz Allah aşkına kukla mı?, palyaço mu? Yoksa kim ne derse “o “cu musunuz?



Ne vakit kendi kimliklerimizle yüzleşsek, işte o zaman başlıyor felaket çanları çalmaya. Ne vakit kendimizi ifade etsek ya da ifade etmek için çırpınsak işte o zaman başlıyor tüm kaygılar. Ne zaman düşünsek, ne zaman bir şeyler yapmaya çalışsak işte o zaman, herkesin bizimle bir sorunu oluyor.
Aşklarımızı da öyle yaşıyoruz çünkü biz. Kimmiş sevdiğini özgürce haykıran, ne derlerse desinler ben bildiğimden, sevdiğimden şaşmam diyen. Utançlarımız gözümüzü seğirtiyor, toplumsal popularizm yüreğimize de perde çekiyor artık.
Sahi ya acılarımız? Özlemlerimiz? Onlara ne oldu acaba? Şimdilerde sahilden geçer de insan ayaklarını ıslatır gibi duygularımız.
Eskiden diye başlayan her cümle kızdırsa da aslında içten içe özlemiyor muyuz acaba eskiden-leri? Her duygu gibi acının da lezzeti vardı. Yüzdeki üzüntünün yüreğin derinlerine işlediği duygular neredeler şimdi? Timsah gözyaşları ile ele geçen ruh, masumiyetini çoktan yitirdi. Sarılırken ağlaya ağlaya özlerdik biz birbirimizi oysa ve yan yana otururken gideremezdik biz özlemlerimizi.  “Yanındayken bile özlüyorum-lar” vardı mesela. Hasret kokardı  otobüsün her köşesi. Günlerce sürse bile yollar, sevdiklerimizi sadece bir gün görmenin mutluluğu bize bir yıl yeterdi oysa, çünkü pır pır ederdi sevgi dolu kalp.
Kimliksiz dolaştığımız gibi duygusuz da dolaşıyoruz artık. Ait değiliz hiçbir yere, hiçbir düşünceye, hiçbir millete ve hiçbir duyguya. Aç da değiliz üstelik. Tok hissediyoruz aksine.Tokluğun o arsız, o bencil, o sahte yüzü ortaya çıktı çünkü. “ Banane”, “ neden ben” ,” aman boşver” hayatımızın en büyük yardımcıları oldu artık. Yanı başımızdan eksik etmiyoruz artık bu kelimeleri- cümleleri.
Sahi ya öyle yaşamıyorduk değil mi biz çok eskileri?



Komsumuz vardı, anamız-babamız yanımızda  olmasa bile komşumuz vardı!
“ Ev alma komşu al” vardı çünkü.” Komşu, komşunun külüne muhtaçtı”.  Depresyona girmekmiş, hiperaktif olmakmış, bunalım takılmakmış ne ayıp şeylerdi üstelik. Komşu Fatma teyze iki nasihat eder, utanırdın. Dedesi zamanında sırf yemeğe küstüğü için yediği tokatları saatlerce anlatır, şimdikilerin ne kadar şanslı olduğunu söyler, ne gariptir ki ( şimdi mümkün mü?) usulca dinlerdin. Kendi içine kapanıklık “ yoksa koca mı istiyor “ a dönerdi. Depresif hal sinire dönüşür sonra balon gibi sönerdi.
Sahi şimdi kimmiş benim senelerdir oturduğum ama değil adını, yüzünü bile göremediğim komşularım?
Misafirlikte yaramazlığın bile bir haddi vardı mesela. Şımardığını anlar babanın surat ifadesine bakardın. Gözlerde bir büyüme, ya da kaştaki en ufak bir hareketlenme,olduğun yerde çakılı kalma sebebindi çünkü.
Hadi es kaza büyüdün “kocaman kız-erkek oldun “ diyelim. Sevdin, sevildin artık.Mutlu anlar da yankı yapardı ailede. Düğün dernek meselesiyse, aylar öncesinden şimdiki tabiriyle “çıtlatılırdı”önce. Sancılarla kıvranırdı işlenecek günaha ortak olacak aile. Tüm ailenin tek tek onayı gerekirdi çünkü.  Amcanın, dayının,teyzenin, halanın, dıdısının dıdısının bile.Bakılacaktı bacağı çarpık mıydı? Gözü şaşı mı? Sarışın mı, esmer mi? Sarışınsa garanti onay vardı, esmerse “Siyah miyah ama e gülünce fena değil”olma ihtimali çok yüksekti. Binbir bakış altında kalmanın o yüreğinden götüren parçası hiçbir ameliyatta bile yoktu. Bir ters davranış değil, az tebessüm bile eksik onaya neden olabilirdi, ha çok gülümsemek hafif meşrepliğe de kayabilirdi çünkü. Ayarı iyi tutturmak lazımdı.Bunun için ayrı bir meziyet gerekirdi. Onayın eksik olması halinde,günlerce,aylarca, belki de yıllarca beklenen “büyük aşk” belki de nihai sona ulaşamayacaktı. Vazgeçiş de zayıflık gibi algılanır, üstüne üstüne gidilirdi aşkın.Olmuyorsa olmuyor zorlama denmezdi. İlla ki olacak gerçekten istenirse idi. Her bir yaşanan zorluk ahtapot kolları gibi tek tek çözmeye çalışmak mutluluğu perçinlerdi çünkü.
Özledik biz sizi sevgili duygular. Bu kez sahiden özledik sizi... Nerdesiniz?
Kahkahalarımız yürekten seslenirdi ve hiçbir politik yüz ifadesi takınmazdık, bilmezdik çünkü. Durumu idare edemezdik yani. “ Neysek oyduk “. Söz dediysek ordaydık. Yapacam dediysem yapardık. Sevmediysek zorlamazdık,seviyorsak bırakmazdık. Özü sözü bir’dik çünkü.
Sahi neden sevgimizi herkese eşit hissetiriyoruz ? Bizde fark yok mu artık? Öyle veya böyle devir değişti diyoruz. Anne-babalarımız gibi dirençli değiliz diyemiyoruz. Değişimin gölgesine sığınıyoruz, pasifiz, aciziz diyemiyoruz da devir değişti diyoruz işte. Dürüstlüğü değil de oyunculuğu biliyoruz ama. Rollerimizi belirledik üstelik. Bu değişimin rüzgarında.
Sahnede sergilediğimiz oyunun figüranları olarak ne denli iyi oynadığımızın farkındayız şimdi. Oyunumuzun adını da biliyoruz: Üç maymun...
ve herkes durumdan memnun...
 O zaman ne diyelim
” İyi seyirler herkese”….




Thursday, July 10, 2014

Sevgili Dayıma!


HOŞÇA KALIN SEVDİKLERİM
Bilinmezliğe giden bir yol bu. Yaşanmışlıkları yüzüne yüzüne vuran bir sille. Neylemiş kaderim?
 Bir  oyun bu belki de.
Akıl ,oyunlar oynuyor gecenin dehlizlerine. Faciadan dönülmez bir yolun başlarında gibi. Eline ayağına dolanmış yumak yumak iplik gibi.
Hangi Cehenneme gittin ey mutluluk?
Sancılar arasında kaldım, dört duvar arasında.  Harfleri eksik cümleler var beynimde ve dolanan bir kurtcuk var yüreğimde. Ta şurda işte ta şurda.
Bedelleri bir yük gibi omzumda ve  nakış nakış hissediyorum izlerini  her hatamın yüreğimde.
 Tekrar bir şans olsa hani tekrar bir şans ? Geri getiririr mi dualar bedenimi?
Sevdiklerime söylenmemiş sözlerim var, hala yapacaklarım, eksik kalan bir şeyler var belki de pek çok şey hatırlayamadığım! Adını söylemeye çekindiğim ve bocalamaya başladıklarım.
Feri gitmiş gözlerim bile ihanet ediyor artık gerçeklerle yüzleşmeme. Bir yanım kor hani ,bir yanım köz. Dokunsan ağlamam belki ama inlerim hırsımdan.
Ah şu kahrolasıca kıvılcımlar, nasıl da  alevlendiriyor kocaman yangınlara.
Alkış tutulacak işler yapmadım belki, hayra yorulacak hareketlerim de olmadı ama özümde iyilik vardı benim.  Kimi deli dedi, kimi ise asabi, hepsi bendim evet hepsi ben. Sonuna kadar ben.
Lal olmuş bir yürek var eskilerden geriye kalan ve belki de eskiyi hatırlatan tek bir tebessüm.
Bilinmezlik korkutur derler ama aslında bilindikmiş korkutan. Ne olacağını bilmek daha çok üzüyormuş insanı.
 Nedir insanların bu geleceği bilme telaşı? Bir şey  söyleyeyim mi size? En çok bilmek yoruyormuş adamı. Bir telaştır başlıyor yüreğin pır pır atmaya. “ Daha dur daha dur, yapacaklarım var” demeye. Oysaki nasıl da heba etmişiz onca geçen zamanı.
Nerdeymiş sevdiklerim o zamana dek. Hep kayıplar mı sevgi bağlarını canlandırır.
Ah soysuz hayat, ah soytarı, neden ben diye sormayacam.
Nedenini biliyorum çünkü:  En zayıf olanı pençelerle yakalama gibi hobilerin var, BİLİRİM.
 Hep böyleydi zaten. İlkin sormadım desem yalan olur sana? Neden bendim ki?  Maç kuponlarında ve piyango biletlerinde çıkmayan talih bu konularda beni nasıl da yakalamıştı. “ Ben son muyum “ , “ Ardımdan kalanlara da aynı merhametsizliği gösterecek misin?” Aklımdan bu sorular geçip gidiyor nedense. Kendimden vazgeçtim ama ya benden sonrakiler?
Su akar, yolunu bulur “ diyorlar. Bundan öncekiler nasıl dediyse tıpkı onlar gibi. Akan su yolunu bulacaktı bundan ne şüphe ama insan düşünmeden edemiyor işte. Bir eksik tamamen kayıplara dönüşüyor bu aldatan beynimde.
Varolun, sağolun hepiniz. Ne olacaksa olsun artık en acısız halinden. Artık kendimi de düşünmeliyim ne dersiniz?
Ağrılarımın sancılarımın arasında bocalamamı da istemezsiniz heralde? Özgür bir kuş olup uçmalıyım yeryüzüne. Kanatlarım can versin benden sonrakilerine.. Yüzümü tebessümle hatırlayın isterim. O nedenle;
Hoşçakalın Sevdiklerim HOŞÇA-KALIN!!!



PLANLANMIŞ ÖLÜM MERASİMİ

Hep hazırdır beynimde yapacak işlerim, gidilecek yerlerim, ziyaret saatlerim. Arada sırada unutmamak için çantamda borç defterim bile var. Planlamadan hareket  etmek gerektiğine inandığım halde sağ alt hanede hep" B" planı olan biriyim. Haliyle hep sonsuza kadar yaşayacağımızı düşündüğümüzden olacak ki bazen unutulur aslında küçük hesap gibi görünen ama aslında bir yük gibi  ölüm merasimi.

Halen nefes alıyorken, ölümümü  de planlamak istiyorum.  Ne var ki bunda?
İş planı, evilik planı,çocuk planı, gezi planı .. Her şey yerli yerinde iken nerede kaldı ölüm merasimi planı?
Zihniniz bundan saçma şey olur mu diyor hissedebiliyorum bunu. Yaşam da üstlendiğim bir misyonun bir anlamı olsa gerek değil mi? İşimi tasarladığım gibi ölümümü de tasarlamalıyım.
..İster gömün, ister savurun küllerimi hiç fark etmez.
 Beni en çok çelenkler çıldırtır ya da o mis kokulu çiçekler. Nedir Allah aşkınıza o karanfiller, güller? Ne günahı var kaktüslerin? Mutlaka bitki alacaksanız kaktüs alın bana ölürsem.
Kaktüs olmalı baş ucumda, sıcaktan etkilenmez,soğuktan etkilenmez., gerekmediği sürece çiçek açmaz, agırbaşlıdır kaktüs.Severim. 
 İstemem öylece solan karanfilleri, gülleri, papatyaları .. Hem ölmüşüm zaten ne kadar da anlamsız gelir yaşam gibi solan bitkiler..
Kimseye yük olmadan yaşadığıma göre, öyle toplu mezarlara falan da gelemem. Yalnız olmalıyım, tek olmalıyım. Burcuma yakışır olmalı ayrıca. Kıskancım ne de olsa ne o öyle sağım da solum da benden başka uyuyanlar! Mümkünse yalnız olmalıyım. Kalabalıktan pek de haz etmem.
Ziyaretime falan da gelmeyin. Dayanamam ağlaşmalarınıza, zoraki mutsuzluklarınıza.
Geleneklerinizden bir türlü vazgeçemeyeceksiniz biliyorum. illa gelip bir şeyler okuyacaksınız -gömerseniz beni- taşlarımın üzerinde .. Madem özgürlük alanıma müdahale edecekseniz  mümkünse gezi notlarınızı anlatın bana, mutlu olduğunuz anları. Masal anlatmayın bana gerçekleştirdiğiniz ama gerçekten gerçekleştirmek istediklerinizi anlatın bana. Ölmüş bile olsam boş lafa gelemem dolu dolu anları anlatın, dinlerim.

Ha bu arada gelirseniz yanıma bulundurun isterim  pastaları, börekleri. Ölmüş bile olsam misafirperverim.

    Sahi bahsi geçmişken söyleyeyim, panik olmayın aniden ölmeme. Şaşayı severim o nedenle karizmatik ölmeliyim. Ne o oyle hastalandı da öldü lafları hiç haz etmem. Olabildiğince asil ölmeliyim. Özgür bırakıyorum sizi yakışanı siz seçin lakin  ‘ vur patlasın çal oynasın isterim cenaze ertesi. Sizin için değil elbette madem öldüm sevindirmelisiniz beni. ‘ dibine kadar yaşamayı seven ama belki de yaşayamayan birinin vasiyetinden diyebilirsiniz elbet.
 Arabesk laflar etmeyin yeter. Sıradanlığı sevmem en sıradışı cenazeyi isterim.  Müzik olmalı mutlaka. Müzikler   öldüğüm yaşa hitap etmesin. Ruhum hep ondokuz unutmayasınız. Madem taşlarımın üzerine gelecekseniz ritmini iyi tutturun isterim. Lütfen sırayı bozmayın önce ağırdan alıp hareketlenin.  Ağlayıp, zırlayıp öldüğümü hissettirmeyin.
Çok entel davranmanıza da gerek yok, sıkılırsanız derdinizi de dinlerim.
Bencilce bulabilirsiniz belki ama arta kalan paraları dağıtmayı düşündüğüm bir vasiyet mektubum olmayacak, olursa sadece sayenizde tarihe geçebilecek ölümüm olacak.
Orada zaman nasıl işliyor bilemem o nedenle gelişen teknolojiyi, modayı takip edemem arada onlardan da haber verin.  
Kavga bile edebiliriz öldüğümde, olaylara tavrımı hep bilirsiniz değil mi? Neye daha çok sinirlendiğimi bile. Kızdırdığınızı hissedip, yaşarken ki ses tonumu sadece siz duyabilirsiniz.Kim bilir belki taşlarımın üzerinde bangır bangır bile bağırabilirsiniz. En şanslı ben olacam yine. Yaşasın! Herkes beni haklı bulacak taşlardan hiç sesim çıkmadığı için, oysa ki siz ‘ ne çingenedir o  bilmezsiniz’ diyeceksiniz.
Bunları yapacaksınız değil mi?  Yaparsanız bunları size sonsuza kadar minnettar olurum ayrıca  yaşadığım için değil, öldüğüm için "ne şanslıymışım be "bile derim!!!





.