Thursday, July 5, 2018

NE YANİ 1 LİRAYA SOSYETE OLAMAZ MIYIM?



Şehir yeni yeni aydınlanırken, çıkıveriyorum o yorgun ayın ardında saklanan güneşin eteklerinden.  İzmir Konak ilçesi Halkapınar mahallesinde kurulan bit pazarına doğru.
Hiçbir cd çaların tat veremeyeceği bir ses yükseliyor pazar yerine doğru yaklaştıkça. Sese doğru yol alıyorum. ‘Nemrut’un kızı yandırdın bizi’ diye ses yankılanıyor Kazancı Bedih’ ten. En son ne zaman bu sesi duyduğumu anımsayıp çocukluğuma doğru bir yolculuğa çıkıyorum. Sesin çok eski bir taş plaktan geldiğini fark ediyorum sonra.  Hala böyle aletlerin çalışabilir vaziyette olduğuna şaşkınlıkla bakıyorum. Beynime peri tozu bulaşıyor ve çocukluğuma iyice yaklaşıyorum. İçime hüzünle karışık bir sevinç doluyor.  Merakımı daha da körükleyen seslerle adımlarımı hızlandırıyorum.

‘Bir lira, bir lira, bir lira  seç bir lira al bir lira’ diyen radikal görünümlü bir kadın görüyorum sonra, herkesten farklı bir tarzı ve kendine olan özgüveni ile. Adının Ayten olduğunu öğreniyorum sonra. Kim ne alır ki buradan diyerek şaşkınlıkla bakıyorum. Pek çok kişinin beğenmeyip attığı ama bir başkasının gözlerinin içinin parlayarak baktığı kıyafetlere. Aradan kadınların konuşmaları geçiyor:
-          Ben sosyeteyim buradan giyinmem.
-          Ne yani 1 liraya sosyete olamaz mıyım? Diyor ikinci kadın.
Sessizce haklı buluyorum sonra ikinci kadını. Sosyete kimdi? Sosyetenin maddi bir ölçütü mü vardı?
Hayal meyal hatırladığım hac ziyaretinden dönen amca ve teyzelerimizin getirdiği, görünüşü dürbüne benzeyen, üstünde çember şeklinde dizilmiş mini slaytlar bulunan, kart takılarak izlenen aleti bit pazarında görmek hafızamın geçmiş ve gelecek arasında bir ilizyon yaptırdığını düşündürüyor sonra. Nasıl bir yer burası? Geçmişimin yere serilmiş hali mi? Çocukluğun oyun alanı mı? Kafamda bir milyon soru ile yol almaya devam ediyorum.
Fakirin umut kapısı mı? Kurtuluş mu?
Az ötede bembeyaz giyimli bir adam görüyorum. Birkaç arkadaş ile konuşmalarına şahit oluyorum.
‘’ Sen koyun sürüsü gibi atıyon ama ben atmıyom. Bit pazarı diyorlar buraya. Bitin pazarı olmaz.  Saray pazarı, sarayın döküntüleri bunlar. Ne ararsan var‘’. Evet tam da beyaz adamın dediği gibi saraydan dökülenlerdi bunlar. Beynim hızla ilk bit pazarının orda olduğunu bildiğim 18. yy fransasına gitti sonra.
Tıpkı bir ressamın ilk fırçada neyi çizeceğini tahmin edemediğim gibi bit pazarında ne ile karşılaşacağımı tahmin edemiyordum.  Evet aslında belki de bu yüzden bit pazarı deniyordu. Görsen çok, arasan yoktu. Saatler geçtikçe orada olmaktan büyük keyif alıyordum. Araba dolusu tavuk satan çocuk da, halı satanı da, sarj aleti satanı da, antikacısı da, mezatçılar da hepsi oradaydı. Sen istesen de istemesen de bu dünya da ben de varım diyen insan topluluğuydu işte.
Güneş tüm gün zerafetini gösterirken, veda etmeye hazırlanıyordu. Tam o sıralarda ölü mü diri mi birine ait olduğunu bilemediğimiz birilerinin ayakkabıları, kıyafetleri, eşyaları ikinci sahiplerini buluyordu. Yeni hayatlarla yeniden hayat bulan eşyalardı tam olarak.

‘Aradığın her şeyi bulabilirsin her şeyi her şeyi’ diyen bir adamın sesi ile pazardan çıkıyorum. Aradığım her şeyi orda bırakarak…