Fiemmetta
Hakkettiği yerde
değildi kadın. Hakkettiği yer neresiydi bilmiyordu aslında ama hakettiği yerde
değildi işte.. Öyle
söylüyorlardı ona, o da ondan biliyordu aslında çelik mavi gözlü kadın...
Eğlenceler düzenlenmiş,
gecelere akılmış, ziyafetler verilmiş. Sofralar kurulmuş kaldırılmış, herkes
herşeyi tüketmişken kadın, hep aynı yerdeydi sanki. En depresif zamanlarda soluğu, ıssız yerde
arabasının önünde sabit durup herşeyi film şeridi gibi gözünün önünden
geçirirken buluveriyordu kendini. Herşeye sahipti olabilecek herşeye ama hiçbir şey
yaşamamış gibi aç ve herşeyi tüketmiş kadar toktu kadın. Eksik hissetmiyordu
ama eksikti biliyordu. Neyin eksik olduğunu ise hiç bilmiyordu. Beyni arada
cilveleşiyordu sadece. Herşey hızla yer değiştiriyordu. Arkadaşlıkları da
payını alıyordu bundan. Kimi ölüyordu, kimi kendi benzerini doğuruyordu. O ise
sadece küllerinden doğuyordu. Dinledikleri müzikleri kimse anlamıyordu,dinlediği
sakin müziklerinden içindeki karmaşayı-fırtınayı sezen yoktu.
Bir tür hayal
dünyasıydı onunki gerçeklerle yüzleşmeye korktuğu. Asi yüzü dünyaya ait değildi
sanki olsa ne fark ederdi. Onu 'Asi' diye nitelendirirlerdi. ' Asilik hoşnut
olduğu durum da değildi üstelik ama asiydi, katıydı, ne yaptıysa yapmıştı artık ne
önemi vardı.Vazgeçerse o olmayacaktı artık biliyordu. Bir kaşı hep havada
kalırdı kadının ve çelik mavisi gözü ise
hep yolda. Aklı takılı, fikri takılı,
sözlere takıktı üstelik. Aklına takılan bir kelimeden roman yazabilirdi
biliyordu ama uğraşmıyordu işte kadın. Herşeyi ve herkesi önemserken bir anda boşvermişlikte buldu kendini. Fiemmetta idi adı çelik mavi gözlü
kadının. Anlamı gibiydi işte titreyen
ateşti . Fiammeta ah Fiametta... Dokunduğunu yakıyordu, yakmıyorsa yanıyordu o
halde. Çocukluğunu hatırlatıyordu" The Cranberries" bazen...
Gözden düşenleri
vardı kadının. Kayıpların yüreğini kanattığı kayıplar. Rüzgarın
savurduğu,yağmurun ağlattığı günleri vardı ha bir de bazı küfürbaz geceleri.
Gerçeği yüzüne yüzüne vuran tekme tokat girişen geceleri vardı. Savrulmak
güçlenmekti biliyordu savruldukça güçlendi, güçlendikçle daha sert savrulmalara
dayandı. Bir nevi mazoşitliğin
simgesiydi kadın, gücünün dayanıklılığını sınayan. Varoluşunu sorguladı, gri ve
siyahın onun için tek renk olduğuna
inandırdı kendini,inandırmak istedi belki de. Düşündü de sonra farklı renkler giyindiğini
de hatırlamadı.Çok sonraları renklerle barışmayı da denedi ama eğreti duran
renkleri söküp attı. Denemeleri başarısızdı.
Entrikadan çıkıp
sahte olan herşeyle yüzleşmek korkuttu sonraları ya onu daha da mutsuz ederse
gerçekler? Ya daha kaybedecek bişeyi
kalmadıysa? Mazoşistliğin pik yaptığı dönemleri de vardı elbette. O zaman
sorgularsa sorgulardı işte.
Yasaklarla da başı
dertteydi kadının. Yasak olan ne varsa deneme içgüdüsüyle doluyordu.
Saçmalıklardan oluşan kararlar sürüsü gibi geliyordu ona. Yasak kime göre
yasak? Neye göre yasak? Tuhaf yasaklar geldi aklına sonra, Tayland'da yaşasaydı
muhtemelen tişörtsüz araba kullanmaktan ceza yerdi. Ya da Almanya'da otobanda
dursaydı. O halde kime göre,neye göre yasak vardı? Yaşamını yasaklar üzerine
kurmuyordu neyse ki. En sevdiği tarafı da buydu belki de.
Kimi zaman en sert
kararlardan daha sert kararlar verirken, kimi zaman da kendisinin extra
insancıl kıskacına yakalanıyordu. Her şeye sözü geçiyordu da ah bir de kendini
kontrol edebilseydi.
Güzel, çirkin,
kibirli, inatçı,asi ifadeleri hep onun içindi. Ne diyorlardı onun için? Önemli miydi ki? Bazen bunu merak
ediyordu. Güzellik her kapıyı açardı biliyordu, bazen görüyordu. Kimi zaman
kendini en yükseklerde görüyordu, Kendi yapmıyordu ki! Hep
onlardı işte o kim olduklarını bilemediği insanlardı. Onlardı işte yücelten de,yerden yere vuran da. Zaman zaman
dünyanın en şanslı insanı gibi hissediyordu kendini . Genç,asi, güzel kimi
zaman ise yaşlı, vahşi ve inatçı.
Herkes ismine göre
karekterini bilirdi o ise gözlerinin. Gözleriyle neler yapabileceğinin
farkındaydı. Sıradan bir mavi değildi. Çelik mavisiydi. Gece ayazı gibiydi
gözleri. Baktıkça kanınızı donduran, bakma isteğinden de bir türlü
vazgeçemediğiniz gözler. Vahşi bir hayvan ifadesi verirdi kimi zaman. Göz göze
geldiyseniz gözlerinizi kaçırsanız bile nafile. Yakalandınız bir kere!
Bir kaşı havada kaldı
bir gözü hep yolda hep sabit. Hiç kimseden bir beklentisi yoktu. Beklemenin de faydası yoktu biliyordu.
Ne fark edecekti ki hiçbir işi iki kişi yapamadı,yapamazdı. Yapsaydı da
bozardı. Alışık değildi çünkü.
Kimi zaman da kulak
asıyordu çevredeki tüm seslere kimi zaman ise sağır. .Zaman cildini
yıpratıyordu sadece bu oluyordu. Gülmüyordu bile. Nasıl birşeydi ki o? Unutuvermişti
birden. Gülümsemenin ne denli ruhuna iyi geleceğini bile bile yapmıyordu işte.
Gülse eksilecekti sanki. Kendini zorladı, olmadı...
Zaman hergün bir
çizik atıyordu yüzüne o güzel yüzüne. 'Yaşlanıyorsun galiba Fiemmeta '
diyorlardı. Yaşlanıyorum da ne demekti!!! Hakaretin daniskasıydı üstelik. Kime
göre yaşlıydı? Yaşlanmak, ruhuna dokunmuyordu ki. Yıllar önce nasılsa aynıydı
işte.
Alaşağı ediyordu bu
duygu onu.
Masmavi gözleri küçüldükçe küçülüyordu. Göz kapaklarının ağırlığı
canını sıkıyor olmalıydı. Buydu yani olan. Zaman sadece geçiyordu ve o hep,
kimi bekliyordu
bilinmez ama
bir kaşı havada gözü ise sabit ve yoldaydı...
No comments:
Post a Comment