Tuesday, August 5, 2014

Papucu Dersim'de...


Dersim Dört Dağ İçinde... ( Tunceli ) 

Nereye giderseniz gidin bu durum hiç değişmez. " En yaşanılan şehir bizim ilimiz/ köyümüzdür " denir. En ücra gibi görünen köylerden tutun da en modern diye tabir ettiğimiz şehirlerde durum değişmez ama gerçekten farklı olan şehirlerden biridir DERSİM!  Farsça'da gümüş kapı anlamına geldiği -ve şimdi tunceli diye tabir edilen yerden daha büyük bir alanı kapladığı- söyleniyor Dersim için..
Doğu illeri arasında yaşam tarzından tutun da şehrin duruşu ile, hayatı yaşayış biçimiyle, yaşayan halkı ile beni derinden etkileyen illerden biri oldu.
Alevi halkın büyük çoğunluğu oluşturduğu ve geçmişte yaşanan olumsuzluklardan derinden etkilenen ama bir o kadar da mücadeleci bir yer...
Görülmesi gereken pek çok yer olmasına rağmen, bir fotoğraf uğruna saatlerce dağ tepe çıkmakta beni alıkoyamadıkları bir yer olan " Düzgün Baba ", inancın yeri olarak nitelendirsem heralde yalnış bir şey dememiş olurum.

Kim bu Düzgün Baba? 
Efsanesi şöyle: 
Şah Haydar ( Düzgün Baba ) Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin oğludur. Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanlarıyla meşgul olur.
Kışın zemherisinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyid Mahmud-i Hayrani “Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar.” Diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdiriyorsa o ağaç hemen yeşeriyor. Taze filizlerle süsleniyor, keçiler de bu filizlerden yiyerek besleniyorlar.
Seyyid Mahmud-i Hayrani bu durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi, birkaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar ne oldu babam Derviş Mahmud’umu gördün ki bu kadar hapşırırsın, der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.
Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için mahcup olur. Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba Dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar. Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya leken varmış. Bu hediklerle Zargovit’ten Düzgün Baba tepesine kadar (Takriben 5 Km.) üç adım atmış, bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmıştır. Bu izler hala durmaktadır.
Şah Haydar bir iki gün eve gelmeyince annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için Şah Haydar’ın babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine “Gidin bakın bakalım bizim Şah Haydar ne alemde?” der.
Müritlerden birkaç kişi 2500 metre yükseklikteki dağın tepesine çıkıp Şah Haydar ile görüşürler. Durumunun iyi olduğunu ve herhangi bir sorununun olmadığını öğrenerek tekrar Zeve’ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani’ye, Şah Haydar’ın durumu düzgündü, merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler.
Bu işi düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden, bugüne Düzgün Baba olarak söylenir.


Düzgün baba’ da alınan kurbanların boynuzları büyükçe bir taşın üzerinde yığın şeklinde bırakmaktadırlar. Taşın üzerinde mum dikilerek dileklerin kabul olması için dua edilir. Düzgün babaya varmak için iki dağ tepe geçmek gerekir.  Ortalama 2-2.5 saat’te çıkılan dağa akın akın insan yollara koyulmakta olduğunu görmek oldukça şaşırtıcı. Kızların çoğunun şalvarlı olması sadece tesadüften ibaret olduğunu sanıyorum. Düzgün baba da kurbanlar kesilmekte ve niyaz olarak kabul edilen lokma ( yaptıkları göme, pasta, börek veya herhangi bir yiyeceğe verilen ad ) dağıtılır.



Düzgün babanın geçtiği yerde dileklerin gerçekleşmesi için pek çok kademeden geçiliyor. Dilekler kemer şeklinde olan bir yerden üç kez geçilerek, mağaralarda mumlar dikilerek ve en son tepeye yani ‘ Sır’ olduğu yerde yığılı taşların olduğu çevrelenmiş bir alan görmek mümkün. O alan kutsal olarak kabul edilip yalın ayak ve ellerinde üç adet taşla üç defa dönülerek, dua edilerek, taşlar öpülerek geçilmektedir.


Ana haskar diye tabir edilen yerde az az akan su doldurularak bir yudum da olsa içilir. Kötü niyetli olan insan o yere gidip su doldurmaya çalıştığında kuruduğu söylenir.

Tunceli gençlerinin hemen hemen tamamının dövmeli olması o ili daha da ilginç kılıyor. Yaş ilerledikçe yapılan şekiller kiminde daha çok pişmanlık oluştursa da, yine de vazgeçmiyor yeni nesil -pişman olan abilerini dinlemeyip-yaptırıyorlar.

Festival'de gençler
Munzur gözeleri













Ovacık ilçesi festivalin yakın olması nedeniyle cıvıl cıvıl. Daha çok çadır kurup eğleşen gençler, munzur gözeleri etrafında serin yerde piknik yapan aileler ve heyecan dolu çocuklar..Şehirde okuyan sayısının yanı sıra yurt dışında ikamet eden aileler nedeniyle diğer doğu illerine benzemiyor pek. Kızların  giyim kuşamı, genç erkeklerin kızlara bakışı bizim tabirimizle “batılı”gibi.






Yöresel yemeklerinin az olduğunu söylüyorlar. Bunlardan biri “ Sir “ adını verdikleri yemek. Hamurun yoğrulup, fırınlanıp, çökelek suyu veya ayranın hamura sarımsakla beraber yedirilerek un ufak hale getirilip, ateş uzerinde pişilmesi ve ortasına tereyağı konarak yenmesi şeklinde. Zahmetli bir yemek olduğu için her zaman yapılamıyor. Bunların dışında Zirfet ve kavurma tunceli yemekleri arasında.





Sir yemeği

Bence görülmeye değer !


Seyahatler kesintisiz devam ediyor. Papucum nasılsa yollarda kimbilir bu kez sizin şehre de uğrayabilir!








( Fotoğraf ve yazının izinsiz kullanılması yasaktır )

No comments:

Post a Comment