Şehir yeni yeni aydınlanırken, çıkıveriyorum o yorgun ayın
ardında saklanan güneşin eteklerinden.
İzmir Konak ilçesi Halkapınar mahallesinde kurulan bit pazarına doğru.
Hiçbir
cd çaların tat veremeyeceği bir ses yükseliyor pazar yerine doğru yaklaştıkça.
Sese doğru yol alıyorum. ‘Nemrut’un kızı yandırdın bizi’ diye ses yankılanıyor Kazancı Bedih’ ten. En son ne zaman bu sesi duyduğumu anımsayıp çocukluğuma
doğru bir yolculuğa çıkıyorum. Sesin çok eski bir taş plaktan geldiğini fark
ediyorum sonra. Hala böyle aletlerin
çalışabilir vaziyette olduğuna şaşkınlıkla bakıyorum. Beynime peri tozu
bulaşıyor ve çocukluğuma iyice yaklaşıyorum. İçime hüzünle karışık bir sevinç
doluyor. Merakımı daha da körükleyen
seslerle adımlarımı hızlandırıyorum.
‘Bir lira, bir lira, bir lira seç bir lira al bir lira’ diyen radikal görünümlü bir kadın görüyorum sonra, herkesten farklı bir tarzı ve kendine olan özgüveni ile. Adının Ayten olduğunu öğreniyorum sonra. Kim ne alır ki buradan diyerek şaşkınlıkla bakıyorum. Pek çok kişinin beğenmeyip attığı ama bir başkasının gözlerinin içinin parlayarak baktığı kıyafetlere. Aradan kadınların konuşmaları geçiyor:
-
Ben sosyeteyim buradan giyinmem.
-
Ne yani 1 liraya sosyete olamaz mıyım? Diyor
ikinci kadın.
Sessizce
haklı buluyorum sonra ikinci kadını. Sosyete kimdi? Sosyetenin maddi bir ölçütü
mü vardı?
Hayal meyal hatırladığım hac ziyaretinden dönen amca ve teyzelerimizin getirdiği, görünüşü dürbüne benzeyen, üstünde çember şeklinde dizilmiş mini slaytlar bulunan, kart takılarak izlenen aleti bit pazarında görmek hafızamın geçmiş ve gelecek arasında bir ilizyon yaptırdığını düşündürüyor sonra. Nasıl bir yer burası? Geçmişimin yere serilmiş hali mi? Çocukluğun oyun alanı mı? Kafamda bir milyon soru ile yol almaya devam ediyorum.
Hayal meyal hatırladığım hac ziyaretinden dönen amca ve teyzelerimizin getirdiği, görünüşü dürbüne benzeyen, üstünde çember şeklinde dizilmiş mini slaytlar bulunan, kart takılarak izlenen aleti bit pazarında görmek hafızamın geçmiş ve gelecek arasında bir ilizyon yaptırdığını düşündürüyor sonra. Nasıl bir yer burası? Geçmişimin yere serilmiş hali mi? Çocukluğun oyun alanı mı? Kafamda bir milyon soru ile yol almaya devam ediyorum.
Fakirin umut kapısı mı? Kurtuluş mu?
Az
ötede bembeyaz giyimli bir adam görüyorum. Birkaç arkadaş ile konuşmalarına şahit oluyorum.
‘’
Sen koyun sürüsü gibi atıyon ama ben atmıyom. Bit pazarı diyorlar buraya. Bitin
pazarı olmaz. Saray pazarı, sarayın
döküntüleri bunlar. Ne ararsan var‘’. Evet tam da beyaz adamın dediği gibi
saraydan dökülenlerdi bunlar. Beynim hızla ilk bit pazarının orda olduğunu
bildiğim 18. yy fransasına gitti sonra.
Güneş
tüm gün zerafetini gösterirken, veda etmeye hazırlanıyordu. Tam o sıralarda ölü
mü diri mi birine ait olduğunu bilemediğimiz birilerinin ayakkabıları,
kıyafetleri, eşyaları ikinci sahiplerini buluyordu. Yeni hayatlarla yeniden
hayat bulan eşyalardı tam olarak.
‘Aradığın
her şeyi bulabilirsin her şeyi her şeyi’ diyen bir adamın sesi ile pazardan
çıkıyorum. Aradığım her şeyi orda bırakarak…